29 Ocak 2010 Cuma

~ Rengarenk Balıklar


İnsanın içinde, yüzeye çıkmayı bekleyen ve şansını sonuna kadar zorlayan çeşitli balıklar vardır. Böyle çeşit çeşit, boyut boyut, renk renk balıklardan bahsediyorum. Her bir santimetreni, karış karış dolaşan balıklar…

Onları gözle göremezsin, ya da duyamazsın… Parlaklıkları, güzellikleri, şekilleri, renkleri… Hepsi içinde gizlidir. Bazen sana dokunuverirler, böyle küçücük burunlarıyla, kaygan yüzgeçleriyle, sana değip kaçarlar. Ama bu saniyeliktir, ne olduğunu bile anlayamadan kaybedersin onu. İşte bu an, içindeki balıklardan birini hissettiğin andır.

Yeşil bir balık, sana mutluluğu getirmiştir, parlak ve büyük gözlerinde taşıyordur mutluluğunu. Yüzer ve kalbine değip kaçar. İşte sen o anda kalbinin tam üzerinde, tatlı, huzur verici ve enerji dolu bir şeyler hissedersin. Ellerin ayakların birbirine dolanır, gözlerini önünde ışık demetleri dans etmeye başlar, kulaklarına müziğin en güzel notaları çalınır. Sana mutluluğu getiren o yeşil balığı belki göremiyorsundur, ama hissettiğin apaçıktır. Balığını tanımasan da, mutluluk sebebini tanıyorsundur.

Yeşil bir balık, sana huzuru getirmiştir. Uzun ve zarif yüzgeçlerinde taşıyordur huzuru. Yüzer ve kalbine değip kaçar. İşte o anda sen, hiç olmadığın kadar sakin, dingin ve yenilenmiş hissedersin kendini. Güneşi avucunda tutuyormuşsun gibi bir sıcaklık yayılır bedenine. Kahvenin en güzel aroması burnuna, denizin en mükemmel dalga sesleri, kulağına çalınır. Yeşil balığın seni ne çok seviyordur?! Onu hep içinde, en güzel köşede istersin. Oda seni her an aynı şekilde huzurla arındırmak için, o en güzel köşede bekler, sen bıraktı sandan da hiç bırakmaz.

Kahverengi bir balık sana rahatlığı getirmiştir. Büyük kuyruğunda, rahatlatıcı müzikler, hikâyeler, ninniler ve çocukluğun en güzel anılarını taşıyordurlar. Sana, sepet sepet şekerler, kahverenginin en güzel tonlarında kurdeleler getirmiştir. Rahatlığı o an parmak uçlarında hissedersin ve birden kanatlanacakmışsın zannedersin. Hatta bir an aynaya bakma ihtiyacı duyarsın. Sırtından yukarıya doğru, mükemmel güzellikteki kahverengi kanatları göremeyince, bir an hayal kırıklığına uğrasanda, yüzünde hep silinmeyen bir gülümseme vardır.

Mavi bir balık sana yalnızlığı, hüznü getirmiştir. Büyük ve büyüleyici kıvrımları olan ağzında taşıyordun hüznü. Bir an kalbine dokunuverir mavi balık. O an ışıklar söner, bedenin kocaman ve masmavi bir boşluğa düşmüştür. O an, bir daha hiç mutlu olamayacağını, hüzün bulutlarından kurtulamayacağını, yalnızlığın, yani mavi balığın seni sonsuza dek esir aldığını anlarsın.

Kırmızı bir balık sana aşkı getirmiştir. Küçük görünse de kocaman kalbinde aşkın en güzel halini taşıyordur. Kalbinin en güzel köşesine sürtünerek, sana hayatında hiç tatmadığın, hiç hissetmediğin şeyi getirmiştir. Dünyanın en güzel duygusunu, en harika şeyini… Aşkı getirmişti.

Sarı.
Siyah.
Mor.
Pembe.
Lacivert.
Beyaz.

Bütün renklerden, farklı balıklar. Onlar hep içimizdeler ve kalbimizin bir köşesine, dokunup dokunup kaçıyorlar.

26 Ocak 2010 Salı

Komik Korku


Son dönemlerde kafayı, korku filmlerine ‘sözde’ çok gülenlere takmış durumdayım.
Anlarım, tamam, gerçekten çok saçma ve komik korku filmleri var ama bir yere kadar be. Ben, daha fazla ileri gidip de, ‘ah çok komiiiikk’, ‘ya yarılacağım şimdi gülmekten’, ‘olamaz böyle bir komedi’ olayına girerseniz, yemem, onu peşin peşin söyleyeyim. Çünkü böyle kişiler, neredeyse tüm korku filmlerini komik buluyorlar. Yani çoğunluğun saçma bulduğu, gerçekten komediye çalan korku filmlerinden geçtim, böyleleri işi abartıp, ‘abi benim korktuğum bir korku filmi yok, ulan hepsi çok komik şerefsizim,’ olayına giriyorlar. Bu ne perhiz, bu ne lahana?
Bunu yapanların %90'ının erkek olduğunu fark ettiniz mi? Evet evet, neredeyse tamamı erkek. Alırlar kollarına sevgililerini, giderler korku filmine… Filmden çıktıklarında yüzleri kıpkırmızıdır böylelerinin. Onlara bakılırsa, film çok komiktir, onun için böyle kızarmıştır. Ama işin gerçek yüzü, çok daha vahimdir, çok daha acıklıdır. Delikanlılık elden gitmesin diye bu yola başvuranlar, korku filmlerine sevgilisini götürenler kadar çoktur. Hatta sayısızdır ve gittikçede çoğalmaktadırlar.

Bunu yapan bayanlar yok mu? Var elbette. %10 gibi bir dilimi kaplasalar da, onların varlığı göz ardı edilemez. Bayanlar genelde erkekler gibi korktuklarını gizlemezler, çünkü zaten biliyorlardır ki, bu onların doğasında vardır ve dış etkenler tarafından hor görülmeyecektirler, hatta ve hatta sevgilileri seve seve onları teselli etmeye ve güvenli kollarına almaya hazırdırlar. Bu yüzden korkmuşlarsa, korktuk derler. Ama bir yerden sonra, kendilerini aniden, ‘film üstadı, senaryo kralı’, ilan ederler ve filmi saçma, hatta daha fazla ileri gidip, komik ve sıradan bulmaya başlarlar. Neden mi? Çünkü o, iyi filmden anlar ve sıradan bir korku filminin kokusunu 1 kilometre öteden alır. Onlara film afişi göstermek yeterlidir, sana tüm filmin konusunu çıkarıverirler. Ve korku filmlerinin çoğu da onlar için (tüm bayanlar değil, o %10’luk kısımdan bahsediyorum) sıradan, basit, kurgusu olmayan, konusu zayıf, izleyiciye bir şey vermeyen, gelecekte yeri olmayan, gereksiz bir türdür. Ve en önemlisi de, evet, bildiniz, komiktir.
Şimdi şu noktaya gelelim; ilk başta da dediğim gibi, gerçekten içindeki korku öğesini yırtıp, hatta parçalayıp, ‘ben illaki de komedi olacağım,’, ‘ben hayatında gördüğün en komik korku filmiyim,’ diyen filmler yok mu bu türde? Elbette ki var. Hem de çok var. Ama hepsi değil. Gerçekten kaliteli olanları da var ve ben, iyi bir korku filmi takipçisi olarak, hiç tereddütsüz size bunun gibi 100 tane, belki de daha fazla sayabilirim. Böyle filmler, belki korkunç değildir, belki istediğin gerilimi sana vermiyordur, ama iyi düşünülmüş, diğer örneklerini geride bırakmış, kaliteli yapımlardır. Belki birbirine benzeyen çok korku filmi vardır, ama dediğim gibi, olaya biraz geniş bakıp, kapsamlı bir araştırma yaparsanız, çok orijinal korku filmleri ve yapımları bulabilirsiniz. Ömrünü bu işe adamış, onlarca yazar-yapımcı var. Birçoğu da gerçekten başarılı ve dalında sükse yapmış kişiler.
Dediğim gibi, lütfen, ‘korku filmlerinin tamamına gülüyorum,’ palavrasını sıkmayın, ben yemem, kimsede yemesin. Korkmayabilirsiniz, korkup da belli etmemek için bu yola başvurabilirsiniz, ama sen filmin sadece perdede görülen kısmını biliyorsun, bu işin arkasında onlarca kişi çalışıyor ve amaçları, para kazanmak kadar, inandıkları şeyi ortaya koymak.

Neden konudan bu kadar saptım bilmiyorum, mazur görün, affedin. =P?

15 Ocak 2010 Cuma

Kayıp


Sevgimi kaybettim, peki ne kaldı geriye?

İnsanlar hep bir şeylerini kaybeder. Belki çok sevdiği bir kazağını, belki tokasını, kolyesini, küpesini, beklide kedisini… Ama kaybettikleri için, geride muhakkak bir şeyleri kalmıştır. Kazağı için geriye üzüntüsü, tokasını bir daha takamayacağını bildiği için geriye siniri kalmıştır. Hele ki kedisini nasıl kaybetmiştir?! Böyle bir aptallığı nasıl yapmıştır? Şimdi ise geriye kendine olan kızgınlığı kalmıştır, ama kedisi yoktur…

Peki ya sevgisini kaybeden birisinin geriye neyi kalır? Bu soruyu kendisine sormaya cesaret bile edemez aslında. Hatta sevgisini kaybettiğini bile kabullenmek istemez. Onun ve onun gibiler için sevgi, sınırsızdır… Sevgiyi kaybetmekte, sonsuzluğu anlamak kadar imkânsız ve sonsuzluğu düşünmek kadar korkutucudur. Ama kaybetmiştir işte, sevgisini kaybetmiştir. Koca karanlıkta, dipsiz bir kuyuda, elinde tuttuğu son kibrit çöpü olan sevgisini de kaybetmiştir. Peki, ne kalmıştır?

Korku.
Tek başına kaldığı için korkuyordur. Sevgi onun gece lambasıdır. Rengârenk ışıklar saçan, onu gece kâbuslardan uzak tutan… Ama lambası da sönmüştür, şimdi kâbuslarıyla baş başa kalmıştır. Birinin ona ışık yakmasını bekleyene kadar, sevgisinin kaybolması sonucu geriye kalan korkusuyla öylece kalakalmıştır.

Soğuk.
Sevgi onun güneşidir. Sevgi onun ışığıdır. Sevgi onun hayat kaynağıdır ve sevgisi gidince, kocaman bir hiçlikle tek başına kalmıştır. Görebileceği bir güneş bile yoktur ve bu onu üşütüyordur. Yürüdüğü yerler buz kesiyordur ve tüm duyuları hissizleşmiştir. Kendiside, koca bir buz yığınından farksızdır artık.

Yalnızlık.
Güvensizlik.
Sessizlik.
Hiçlik.
Boşluk.
Seçeneksizlik.
İnançsızlık.
.
.
.

Aslında sen sadece sevgini kaybettiğini sanıyorsundur, ama geriye sana kalan şeyler, çok daha acı verici, çok daha zordur…

13 Ocak 2010 Çarşamba

Bi Nevi Önsöz

“Blog mu? Oda ne? Ne işe yararmış o?”
Bilmiyorum ki, dedim bende kardeşime. Gerçekten bilmiyorum çünkü internetle, diğer sitelere girmek hariç pek bi bağlantım yok benim. Kayıtlı olduğum forum veya benzeri bir yer varsa oraya girerim, gezinirim, sonrada çıkarım. Msn’de de pek takılmam. Anlayacağınız bilgisayar bana uzak, ben ona uzağım. Facebook sayfam bile yok, aslında vardı, ama kendini bilmez ve ayrıca benimde bilmediğim birisi girip Facebook sayfamı çalmış. Ne işin olur senin benim Facebook’umla ama, dimi?! Aynı dönemlerde Msn’imi de çalmıştı o kendini bilmez ve ayrıca benimde bilmediğim birisi. Şimdilerde başka sayfalarda takılıyorum zaten. Her neyse. Bu blogu da zaten birçok arkadaşımın ısrarı ile açtım çünkü yazı yazmasını seven biriyim ve yazdıklarımı birileriyle paylaşmak, çok büyük bir zevk benim için. İyi bir yol gibi görünüyor, şimdilik. Umarım başladığı gibi gider, iyi ve hızlı olarak yani…
Matematik sınavından çıkmış birinin hali nasıl olursa, bende öyleyim şu anda. Başım ağrıyor ve uykusuzluğun getirdiği sıkıntılar her yanımı esir almış durumda. Arkamdaki iki çocukta oynadıkları oyunun verdiği keyifle bağırıp duruyorlar. Tek çare, az önce oturduğum bilgisayarın başından kalkıp, sessiz bir yerlerde kendimle kalmak. Çünkü o iki çocuk, odamdan çıkmayacaklar, çoooooook uzun bir süre daha…